10 Şubat 2012 Cuma

AH İSTANBUL AHHH


İstanbul demek boğaz demek, bunu bilir bunu söylerim. Ne çarpık yapılaşması, ne trafiği, ne 20 milyona yaklaşan akıl almaz nüfusunu düşünmezsiniz güzelim boğaz manzarasına dalınca.Yazı ayrı güzel, kışı ayrı güzeldir şehrimin.
Dün erken saatlerde işle başlayan ve sonrasında kaçamakla son bulan bir gündü benim için. Sabah 7 buçukta İstinye' deki randevumdan sonra, öğlen 12' de İstanbul Sapphire de kısa bir gezinti ve sonra ver elini Kanlıca. Güzel yemek, güzel manzara ve sevgi eşliğinde hoşça saatler geçirdim. Bu şehirde ne çok kültür, ne çok güzellik var diye düşündüm. Her semti ayrı bir şehir hatta ülke gibi. 
İstinye' de şehirli görünümlü ama doğaya yakın yaşamak isteyen villa grupları vardı. Tepeye konumlanmış 3 katlı büyükçe bahçeli evler, son dönem yapı malzemeleriyle ustalıkla şekillendirilmişti. 
Levent' te teknolojinin nimetlerinden yararlanan katlı katlı gökdelenler, birbirleriyle yarışıyor gibiydi. Bu büyüleyici şehre en tepeden kim bakacak diye. Metro istasyonunda da bir koşturmaca, bir kalabalık ki sormayın.
Kanlıca ise apayrı bir dünya. Küçücük iskelesi, asırlık ağaçları, 2-3 katlı ahşap evleri, dar sokakları, kedileri, köpekleri, balıkçıları. Sanki 50 sene önce zaman durmuş gibiydi. 
Şimdi ne yapsak ta bu küçük mahallelerdeki sıcaklığı, estetiği elde etmekte zorlanıyoruz. Teknoloji ve inşaat malzemeleri geliştikçe ve yenilendikçe bizim eskiye özlemimiz artıyor sanki. İstanbul Boğazı' nın benzerini yeni site projelerinde yapmaya çalışıyorlar. Şehir merkezindeki yüksek katlı bina projelerde kış bahçeleri, teras bahçeleri uygulanıyor. Osmanlı ve Türk motifleri plazalardaki ofis ve evlerde kullanılmaya çabalanıyor. Yine de bu koca şehir hepimizin; mimarların ve müşterilerin isteklerine cevap veriyor. Bütün uygulananları kaynaştırıyor, her zevke ve bütçeye uygun yaşamlar ortaya çıkartıyor.
Ah İstanbul ah, senin bu çeşitliliğin yok mu? 
Bizi bizden alan o işte...  






Hiç yorum yok: